Sunday, December 09, 2007

Trenler-1

İlkokul 4. sınıfta Jack London’ın “Demiryolu Serserileri”(veya Yol) kitabını okumuşsanız ve eviniz demiryoluna on metre kadarcık uzaklıktaysa işiniz oldukça zordur. Bugün toplumun sağlıklı bir bireyi olarak yaşadığım (gör doktor gör beni!) göz önünde tutulursa kitabın etkilerine yeterince direndiğim ileri sürülebilir. Ama bu demek değildir ki trenleri izlemekle yetindim.

Yavaş giden yük trenleri tabiî ki ilk asılma deneyimlerim için ideal fırsatlar sunuyorlardı. Büyük bir sükûnetle uzun katarların geçişini bekler ve son vagonlar görününce iyice sokulurdum trene. Son vagonun arkasında koşup asıldığımda, bir anda bedenimi zorlamak yerine bir anda koca bir demir yığının üstünde olmak, ayakların yerden kesilmesi müthiş bir duyguydu. O anda yeryüzünün çehresi değişirdi. Her zaman başka yerlere gidişini izlediğim trenin bir parçası olmak ve etrafımda durmuş beni seyreden ağaçlar otlar ve direklerin yanından hızla geçmek benim için o zamanlar yeterince olağanüstü bir deneyimdi. Tanıdığım onca ağaç ve tarla bir anda bana yabancı gibi gözükürdü. Yolda olmak duygusu bu olsa gerekti.

“Demiryolu Serserileri”ni okuduktan sonra trenlere hep farklı bir gözle bakmaya başlamıştım. Bir çılgınlık ve kızgınlık anında asılıp bir trenin arkasına gittiği yere kadar gitmek! Bu düşünce o kadar güçlü bir şekilde sarmıştı ki beni, sürekli bir huzursuzluk arar olmuştum. İlk adımı ben atmıyordum tabi(Ah bu korunma güdüsü doktor, kendimi sağlama almayı ne kadar çabuk öğretmişlerdi bana!) Kardeşimle kavga, annemin başına bela olma, dedeme ağız dolusu sövme, daha doğrusu sövüşme, çünkü dedeme sövmek için yeterli kelime hazinem yoktu. Açıkçası şimdi baktığımda hala olmadığını ve hiçbir zaman olmayacağını görebiliyorum. Bir gün beni evden kovsalar da ben de bir trene atlayıp gitseydim oralardan diye kasıtlı serserilikler yaptığım çok olmuştu. Ama hiç olmadı. Ben manyaklaştıkça ailemin normallik eşiği yükseliyordu galiba.

Şimdi baktığımda gidebileceğim en uzak noktanın Kurtalan olduğunu gördükçe hayal kırıklığına uğruyorum. Demir ağlarla örülen vatan sathında demiryoluyla yolculuk aslında çok da geniş bir alan değilmiş. Üzüyor beni. Haydarpaşa’dan binince 45 saat sonra Kurtalan’dasın. Üç beş seyahat sonunda demiryolları tükenince daha incelikli davranmaya başladım. İstanbul-Ankara güzergâhı, İstanbul- Konya güzergâhı, Ankara-Kars ve Ankara-Diyarbakır güzergâhları olmak üzere değişik seçenekleri olan yolculuklar keşfettim. Her güzergâhın yolcu profili, insan tipleri, tren çeşitleri ayrı ayrıdır.

Doğal olarak tren seyahat için benim ilk tercihimdir. Tren sesiyle iç içe olmanın yanı sıra kurulan dostlukların büyüsü beni çeker. Tren genelde gariban sınıfın, yani hakiki anlamda halkın tercih ettiği bir araçtır. Trende gerçek insanlarla tanışırsınız. Güzergâhlarına göre tren yolcuları çeşit çeşittir.

Diyarbakır’a giden işçiler ki her biri bir oyun havasıdır Ankara’dan sonra. Ankara’ya kadar memurlar, öğrenciler, işçilerle dolu karmaşık bir yolcu profili mevcuttur. Baskın çıkanlar memurlar ve ticari başarısızlıklarının arkasındaki komploları anlatan ticaret erbabıdır. İhtiyar memurlar ya torunlarını görmeye gidiyorlardır ya da emeklilikle ilgili derin ve oldukça karmaşık bir mesele için bir tanıdık ziyaretine. Bilmedikleri az şey vardır. Politikacılarla olan yakınlıkları, zamanında namuslu olduklarından dolayı kaçırdıkları fırsatların envaisiyle muhabbet kumkumalarıdır onlar. Tüccarlar ki, alacak meselesi veya batmış bir işten sonra memleket havası almak için yoldadırlar. Genel özellikleri iflah olmaz hayalperestler olmalarıdır. Muhakkak tanıdıkları büyük adamlar vardır ve kuracakları bir sürü alternatif çok paralı işler.

Burada tren dostluklarının en önemli hususiyetini hatırlatmam gerekir. Tren dostlukları trende başlar ve trende biter. Saatlerle sınırlı ve bir daha karşılaşma ihtimali çok düşük dostluklar tabii olarak yüksek bir güvenlik duygusuyla hemencecik kuruluverirler. Bu güvenlik duygusunun rahatlığıyla muhayyilenin zenginliği bir araya geldiği zaman Cumhuriyet tarihinin hiç bilinmeyen komplolarından, karanlıkta kalmış meselelerine ve devlet mekanizmasının bilinmeyen kurumlarına uzanan derinlikli sohbetler dallanır budaklanır. Ben işin bu derinliğini çok çabuk keşfettim. İnsanlarla didişmedim hiç. Derin bir hayret duygusuyla sorular sorarak ve bazı kitabi bilgileri de verilen nadide bilgilerle birleştirerek muhatabımın zevkten dört köşe olmasını sağlamadım hep. Bununla birlikte hiç gereği yokken kendime yeteri derecede ilginç bir hayat hikâyesi uydurmak işin en önemli taraflarından biri olurdu. İsmim dâhil yepyeni bir insan veya bambaşka birçok insan olmak tren seyahatlerimin en önemli veçhesini oluşturdu. Zarasız hikâyelerdi hepsi de. Üstelik muhatabım sormadan kendimle ilgili fazla bilgi vermemem gerektiğini kuralını benimsemiştim.

Ankara’dan sonra, Yozgat, Kayseri ve Sivas yolcuları bir araya gelir ve memleketçilik başlar. Diyarbakır ve diğer doğu yolcuları da kendi aralarında duruma göre ayrılırlar. Yozgat’tan sonra halay çekenler, radyo ve teyplerini açanlar çoğalır. Kurulan geçici dostluklar aynı zamanda kompartıman kapatmaya dönüşür.

Tren yolculuklarında pencereden bakarken ve dağ başlarındaki tenha köyler ve evler gözüme çarptıkça ve trene taş atan çocukların hınzırlığıyla karşılaştıkça hep demir yolu kenarındaki evimizi hatırlarım. Dünyanın sadece ev ve çevresinden ibaret olduğu o masalı geride bırakmış olmanın hüznü dolar içime. Bu hüzünden kurtulabilmek için daha çok uzaklara gitmek, yollara çıkmak, bilmediğim yerlere gitmek, gitmek hep gitmek isterim.

1 comment:

Anonymous said...

selamlar oğlum diyarbakırda asker onu ziyarete gideceğiz inşallah ankaradan trenle torunum ve gelinimle yataklı vagonla tabii...selamlar ..