Wednesday, July 26, 2006

TİFLİS-BİTLİS: BİR KAFİYENİN İZİNDE



TİFLİS-BİTLİS: BİR KAFİYENİN İZİNDE

Her ne kadar Gürcü Ana bir elinde kılıç, bir elinde şarap tası Tiflis’e bekçilik ediyorsa da kadim şehirlerin, insanlara, sadece insanlara ait olduğunu orada öğrendim. Kadim bir şehrin bütün hırçınlıkları yan yana, iç içe, katman katman bünyesine katıp yoğurduğunu orada öğrendim. Şehrin insana aitlikleri “medeni”leştirmesidir bu.
Tiflis’e giderken zihnimde “Tiflis-Bitlis” kafiyesi ve Cemal Paşa’nın orada öldürüldüğünden başka bir şey yoktu. Said Nursi’nin Rus polisiyle arasında geçen konuşmada, “Tiflis-Bitlis kardeştir” ifadesi ise karşılığını tam olarak bulamamıştı. Nasıl bir kardeşlikti bu; Tiflis önceleri 9. yüzyıla kadar Arap hakimiyetinde, sonra 13. yüzyılda Selçukluların idaresinde kalmış, Osmanlı-İran mücadelesinde ise İran hakimiyetinde kalmıştı. Uzun süren bir Türk-İslam hakimiyeti söz konusu olmadığına göre ve Said Nursi, Rus polisine, “Medresemin planlarını yapıyorum” dediğine göre, bu kardeşlik, sadece bir temenni miydi?
Tiflis ile Bitlis ilişkisinin sadece bir kafiye ilişkisi olabileceği korkusunu hep içimde taşıyıp fakat yine de işin peşini bırakmadan sabırla bakındım her tarafa. Meseleye bir de Gürcüler açısından baktım yine bir şey bulamadım. Gürcüler Trabzon’a kadar olan topraklarda hak iddia etmekteler ama Bitlis gündeme gelmedi hiç.
Tiflis, Kura nehrinin iki yamacına yaslanmış, ferah bir su şehridir. Ferahlığı Sovyet şehir planlamasından, suyu ise kadim bir şehir olmasından gelir.
Tiflis 11. yüzyılda Gürcistan’ın başkenti olmuştur. Arkeologlar şehrin geçmişini 6 bin yıl geriye götürseler de, şehrin kuruluşu Milattan önce 500 yıllarına dayanıyor. Gürcü krallığı İberia’nın o zamanki başkenti şuan Tiflis’in 20 km kuzeyindeki Mitskheta’dır. Kral Vakhtang Gorgasali avlanırken vurduğu bir sülünün Kura nehrinin kenarındaki suya girdiğini görür. Sülün yarasını iyileştirmek amacındadır. Kral suya gider ve elini suya sokar ve “tbili!” der; yani “sıcak”. Ve bu suyun yanına “Tbilisi” denen şehri kurmaya karar verir. Bu suların olduğu yer bugün Türk hamamları olarak bilinen kaplıcalardır. Suları kükürtlüdür ve birçok derde devadır. Lenin dahi, ölmeden önce, bir mektupta Tiflis kaplıcalarına gitmek istediğini yazar.
Tiflis sırasıyla, Arapların, Türklerin, İranlıların, Harzemşahların, Moğolların, Timur’un, Osmanlıların ve en son Rusların idaresinde ve hakimiyetinde bulunmuştur. Osmanlı hakimiyeti kısa iki dönem sürmüştür. Birincisi, 1578-1603 yılları arasında Osmanlı İran savaşları sonunda gerçekleşmiştir. Daha sonra tekrar İran hakimiyetine geçen şehir, 1723 yılında Osmanlılar tarafından tekrar ele geçirilmiş ve kalenin onarımı için Tokat’tan 35 marangoz Tiflis’e gönderilmiştir. 1795’te yeniden İranlılara, onlardan da Ruslara geçmiştir. Kafkasların bir nevi merkezi sayıldığından ve imparatorlukların buluştuğu, kapıştığı bir kavşak noktası olmuş hep. 1991’de bağımsızlığını ilan etmiş Gürcistan. Gürcistan’ın nüfusu 4.5 milyon, Tiflis’in ise 1.2 milyon. Nüfus artışı 1991 sonrasındaki ekonomik krizler yüzünden ve iç savaş yüzünden hala eksilerde. Sürekli dışarıya göç veriyor Gürcistan ama Tiflis iç göç aldığından 1985’teki nüfusunu koruyor. 2003 Kasım’ındaki gül devrimiyle birlikte ülkede siyasi ve ekonomik bir istikrara sağlanmış durumda.
ŞEHRİN SOKAKLARI
Tiflis’e girerken metruk fabrikalar ve yıkıntılar dikkatimi çekmişti. Şehre vasıl olup sokaklarını dolaşmaya başladığımda ise güzellik salonlarıyla kumarhanelerin fazlalığı. Fabrikalar, Sovyet ekonomisinin düzeni gereği, birliğin dağılmasıyla işlevsiz kalmışlardı. Kumarhane ve güzellik salonları ise sosyalizm sonrası kapitalizmin arz-ı endam etmesiyle ilgili. Malum, kapitalizm önce hizmet sektörüyle gelir.
Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında, Sovyet ülkelerine giden her Türk vatandaşı gibi ben de caddelerin genişliğine şaşırdım. Yemyeşil ve alabildiğine geniş caddeler; bize biraz fazla! Ama dar ve çıkmaz sokakları bulacağım ümidini hiç kaybetmedim. Aldığım şehir haritasında “Eski Tiflis” ibaresini görünce tanıdık mekanların orada olacağını hissettim. Yanılmamışım!
Rustavelli caddesinde büyük Gürcü şair Şota Rustavelli’nin heykeli önünden geniş caddeye ilk baktığımda hissettiğim yabancı olma duygusu eski Tiflis’te sona ermişti. Rustavelli caddesi şehrin kalbi olarak adlandırılabilir. Gürcistan Bilimler Akademisi’nin devasa binası, arabesk yanı ağır basan mimarisiyle Zakariya Paliyaşvili Opera ve Bale binası, Sovyet mimarisinin insanı ezen çizgileri ve boyutlarıyla parlamento binası ve yine aynı tarzda Gürcistan tarih müzesi Rustavelli caddesinde. Bunların yanı sıra Mavi Galeri ve Modern Sanatlar Müzesi ile Kvashveti Kilisesi görülebilecek yerler. Özellikle Mavi Galeri sergi salonu ve sürekli farklı sanatsal etkinliklerin görülebileceği bir mekan. Cadde, eskiden adı Lenin Meydanı olan Özgürlük “Maydani” ile bitiyor.
Tiflis bir sanat ve kültür şehri olma özelliğini hiçbir zaman kaybetmemiş. 15 yıllık özgürlük sıkıntıları sonrasında, şehir tekrar toparlanmış. Rustavelli caddesi baharla birlikte hafta sonları trafiğe kapatılıyor. Koca cadde Gürcü halk dansları, gönüllü müzik gruplarının küçük konserleri, çocuk güreş müsabakaları, ultramodern sanatsal gösterilerle şenleniyor. Bilimler Akademisi’nin önünde ise ressamlar bir taraftan yaptıklarını satıyor diğer taraftan sehpalarının başında taze resim yapıyorlar. Gümüş işleme ve tahta oyma hediyelik eşyalar ve Gürcü kılıç kamaları da yine aynı sırada satılıyor.
Kura nehrinin diğer yakasında Rustavelli caddesinin paralelinde Marjanişvili caddesi Türklerin yoğun olarak bulunduğu yerlerden biri. Ziraat Bankası, dört Türk lokantası, bir kırtasiye dükkanıyla hareketli bir yer. Kukla tiyatrosu ve çarlık dönemi mimarisinin birçok güzel binasını görmek mümkün. Özellikle baharda, balkonlardan sokağa taşan envai çiçek cümbüşü bir sermestlik hasıl ediyor insanda. Marjanişvili metrosunun olduğu meydanı kuşatan simetrik iki bina ise ayrı bir göz ziyafeti sunuyor. Cadde nehir yönünde takip edildiğinde ise Tolstoy’un yaklaşık iki yıl kaldığı ve “Hacı Murat”ı yazdığı ev görülebilir.
Dinamo Tiflis stadyumunun yanında ise büyük pazarın karmaşasına girilebilir. Şimdi Vaghzal olarak adlandırılsa da eski ismi İstanbul pazarı imiş. Şimdilerde tekstil ürünlerinin satıldığı bölüme İstanbul pazarı deniyor. Genelde Rusya ve Türkiye’den gelen mallar satılıyor. Maalesef Türk mallarının kötü bir ünü var. İlk dönem kaliteden yoksun bütün mallar bu pazara yığıldığından, Türk malları hala kalitesiz olarak biliniyor.
Eski Tiflis’in sokaklarına dalmadan önce Kura nehrinin üzerindeki Metekhi köprüsünden biraz geriye çekilip, hatta Metekhi Kilisesine çıkıp şehrin kurucusu olarak bilinen Vahtang Gorgasali’nin ata binmiş heykelinin yanı başından şehri temaşa etmekte fayda var. Nehrin az ilerisinde Türk hamamları (içlerinden biri var ki; çinili cephesiyle insanı baştan çıkarıyor), yanında üslupları çok tanıdık gelen ahşap konaklar ve kalenin bedenlerine yakın Tiflis camii. Sonra tam tepede Narikala kalesi. Yine bulunduğunuz yerden Rustavelli istikametinde caddenin tam üst tarafına baktığınızda bir tepe görürsünüz. Gürcüler’in Mntsminda dedikleri Azizler dağı, diğer bir ismiyle Şeyh Senan tepesidir ve Said Nursi Rus polisiyle bu tepede konuşmuş ve medresesinin planlarını yapmıştır.
Şimdi yavaştan Metekhi köprüsü geçilip hamamlara yakından bakılabilir. Evliya Çelebi üstadın, “kudretten kaynar bir sıcak sudur ki içinde koyun kelle ve paçası pişirilebilir” dediği şifalı sulara girilebilir. Ama özel saunalar tercih edilmesi ve umumi kısma girilmemesi tecrübe edilmiş olan doğru yoldur. Çünkü bir çok eski Sovyet ülkesinde olduğu gibi burada da hamamlar karma oluyor. Ortalama ömrü 79 sene olan Tiflis kadınlarının bir sırrının da bu sular olduğu söylenir. Hamamların sağ tarafından, dar sokaklardan, eski şehrin ahşap evleri yanından geçilip camiin önünden sağ yoldan kaleye çıkılıp nefis Tiflis manzarası temaşa edilebilir. Kura nehrinin tam ortadan geçtiği şehir manzarasının, en iyi görülebildiği yerlerden biridir kale. Kaleye giden yoldan sola saptığınız da ise botanik bahçesinin girişine ulaşırsınız. Küçük bir vadinin iki yamacının düzenlenmesiyle oluşturulan bu mekanda çeşitli iklimlerden ağaçlar ve bitkiler görülebilir. Vadinin tam ortasından şirin bir dere akar, sonbahar ve ilkbaharda bahçenin patikalarında gezmenin ayrı bir lezzeti vardır.
Geriye, kükürt kokan Türk hamamlarının oraya tekrar dönüp kaleye giden yola değil, daha sağa saptığınızda eski Tiflis’in çok kültürlülüğüne tekrar şahit olursunuz. İleride ihtişamlı bir sinagog, sağda irili ufaklı birçok kiliseye rastlarsınız. Hafta sonları şenlikli kalabalıklarla dolar taşar kiliseler.
Sinagogun karşısındaki parkın bir köşesinde renkli camları ve ilginç yapısıyla basık bir kafe vardır. Orda khaçapuri yiyip üstüne “Turkuli kava (kaf’la)” içebilirsiniz. Kilisenin rahibelerinin işlettiği bu kafede diğer hamur işlerini bulmak da mümkündür. Gürcü mutfağının olmasa olmazları khaçapuri ve khingalidir. Khaçapuri bildiğimiz Karadeniz pidesinin peynirli olanıdır. Onlarca çeşidi vardır ve bir kısmı Gürcü kabilelerinin ismiyle anılır. Özellikle Acaruli denen çeşidi pek makbuldür. Khaçapuri piştikten sonra ortasına bir yumurta kırılır ve üstüne bir parça tereyağı konur. Eğer tam Gürcü usulü yemek istiyorsanız, Rustavelli caddesinde Opera ve bale binasının karşısındaki Laghidze Çghlebi (Laghidze Suları)ye gitmelisiniz. Orada Kafkasya’ya has değişik bir meyve suyuyla birlikte khaçapuri yenebilir. Khinkali ise mantıya benzeyen ama yuvarlak ve oldukça iri, içinde et bulunan bir yemektir. Domuz etiyle yapılanı pek makbul olduğundan tatma fırsatı bulamadık.
Bahsi geçen kafeden nehir paralelinde yürüdüğünüzde Gürcü Ortodoks Patrikhanesine ulaşırsınız. Sovyet dönemine nazaran şimdiki konumu oldukça önemli, patrik II. İlia’nın. Patrik Aziz İlia, devlet protokolünde ikinci sırada ve siyasi yapının önemli, saygı duyulan bir figürü. 1933’te doğan ve 1977’de patrik olan Aziz İlia, oldukça aktif bir kişilik. 1978-1983 yılları arasında Dünya Kiliseler Konsül’ünün eş-başkanlığını yapmış. Newyork ve Pensilvanya Teoloji okullarından aldığı fahri doktoraları ile dünyada saygın yeri olan bir din adamı. Sovyetler sonrası yükselen milliyetçiliğe rağmen, Patrik daha çok pratik halk hizmetleriyle iştigal ediyor. Patrikhane’de baş rahibenin yaptığı ağır kahveyi içerken, Aziz İlia’yı dinleme fırsatı bulmuştuk. Mütevazı bir insan ve Gürcistan-batı ilişkileri ve insan hakları, özgürlüklerin yanı sıra Sovyet dönemi baskılarını dinleme fırsatını da bulduk.
ŞEHRİN İNSANLARI
Tiflis’te birçok milletten insana rastlamak mümkün. Ana unsurlar ise, Gürcüler dışında; Azeriler, Ermeniler, Ruslar, Rumlar ve Yezidi Kürtleri. Bunun yanında diğer Sovyet ülkelerinden ve Kafkasya’dan birçok insana rastlamak mümkün. Ruslar son yıllarda iyice azalmalarına rağmen, Azeri ve Ermeniler’den sonra, yüzde altılık bir dilimi teşkil ediyorlar.
Azeriler genelde çevre köylerde yaşıyorlar ve tarımla iştigal ediyorlar. Ermeniler’e her yerde rastlamak mümkün. Özellikle bit pazarında tanıştığım Asiye isimli Ermeni bir kadın vardı ki akla ziyan! “Ben Türkleri akraba gibi görüyorum” diyor, temiz Türkçe’siyle. “Bütün insanlar hata yapar. Dedelerimiz birbirini öldürmüş ama şimdi ne gerek var düşmanlığa. Kardeşiz biz.” Hemşireymiş, telefonunu veriyor ve başımız bir derde girerse, bir ihtiyacımız olduğunda onu aramamızı istiyor. Muhabbet halesinden zor kurtuluyoruz.
Gürcüler, bütün şark milletlerinde olduğu gibi çok misafirperver bir halktır. Bunu söylerken klasik bir yargıyı belirtmekten çok, misafirperverlikle övünen biz Türkleri bile şaşırtacak derecede sıcak ve ikramı seven bir millet olduklarını belirtmek içindir. Her fırsatta tarihteki Türk işgallerini hatırlatıp mazlum bir millet olduklarını hatırlatsalar da, özellikle Türkiye’yi görenlerde bize karşı, derin bir muhabbet olduğuna şahit olduk. Gürcüce’deki Türkçe ve Farsça kelimelerin yoğunluğu dikkat çekici. Sovyetlerden ayrıldıktan sonra Gürcü milliyetçiliği yükselen değerlerden.
Tiflis’te Türk işadamlarının da, komşu ülke olması hasebiyle bir yoğunluğu var. Tiflis uluslar arası havaalanının inşaatı ve Geocell gibi büyük girişimlerin yanı sıra küçük işletmeler de oldukça fazla. Bunların yanı sıra Çağlar Eğitim Kurumları anaokulundan üniversiteye eğitim hizmetleriyle, Gürcü-Türk dostluğunun yanı sıra kültürel alışverişin de öncüsü konumundadır. Gürcü-Türk ortaklığıyla kurulan Uluslararası Karadeniz Üniversitesi ise, dünyanın farklı ülkelerinden öğrencileri, uluslar arası faaliyetleri ve başarılarıyla Gürcistan’ın en prestijli özel üniversitesidir.
TİFLİS-BİTLİS’İN SADECE BİR KAFİYE OLMADIĞINI BEYAN
Tiflis’te bir sene yaşamama rağmen Tiflis-Bitlis arasındaki ilişkiye bir izah bulamadım. Yanlışlıkla, Gürcüleri Türk zanneden(!) Tarihçi arkadaşlara sorma gafletinde bile bulundum. En fazla, Tiflis’in coğrafya olarak Kafkasya’ya dahil olmasına rağmen, bazı bilim adamlarının Kafkasya’yı Ortadoğu’ya dahil ettiklerini, veya Orta Asya - Anadolu kardeşliğinin bir temennisi olabileceğine ilişkin laflar duydum.
En nihayetinde seyyahların piri Evliya Çelebi’ye müracaat ettik. Meğer ki Bitlis’le Tiflis şehirlerini kuran kişi İskender-i Zülkarneyn’in hazinedarı Bidlis imiş! Çelebi bu bilginin Şerefname’de geçtiğini belirtiyor. Dahası Tiflis’in o zamanlarda mevcut olan ikiz kalelerinden birinin ismi Bitlis imiş. Bitlis’le ilgili araştırma yaparken, Bitlis kalesini yapan kişinin, İskender-i Kebirin komutanlarından Leys Bedlis olduğunu öğrendim. İskender-i Zülkarneyn denen kişinin, Kuran’da geçen Zülkarneyn değil, Makedonya’lı İskender-i Kebir olduğu ise açık.
Tiflis, tarihten gelen karmaşık bağlarıyla Kafkasya’nın bağrında, geleceği olan şehirlerden biri olarak, Ardahan’dan doğan Kura nehrinin iki yanına yaslanmış nadide bir mekan olarak, bize çok yakın bir yerde arz-ı endam ediyor. Öyle yabancı bir şehir değil, Bitlis’in kardeşi akraba bir şehir üstelik…