Wednesday, November 14, 2007

ŞİŞEDEKİ CİN-SAYIKLAMALAR

Kargışlanmışlık aranan bir şey olduğundan beri bizim namevcut tayfasını ölümcül bir hüzün sardı. Lanetin arzulanan bir tarafı olmaz siz ölümlüler için, lakin bizde lanetli olmanın karizmasıdır olmamışlığı teselli eden. Bu hüzün bir şeye yaramıyor, aslında hüzün olduğu bile şüpheli. Olmayan yokluk batağına doğru gidişin merhalelerinden biri. Unutulmak hüzün sebebi midir? Neresinden tutsam elimde kalıyor.

Her şeye dayanırım biliyorsunuz. İki bin yıl, üç bin yıl, on bin yıl da olsa beklerim, şişemin kapağını açacak masum çocuğu. İçimdeki tasviri gayri kabil şeni emellerimle ve kurgusal var oluşun çirkefiyle yaşarım ben. Ah ama bu unutuluş yok mu? İnanın şişemin üzerini karanlıklar kapladı, anlatılmaya anlatılmaya. Parlardı şişem oysa her anlatılışta. Şimdi insanın nisyanında boğulmaya terk edileli beri, şefkatli bir kötücül ruhun beni hatırlamasına öyle susadım ki; adımın anılması, bir kez, bir kez ehemmiyetsiz bir anılmak olan son umut tutamağına kaldım. Ölümden beter olmalıysa da, karanlığın kudreti ki, kurgu bile değil kendisi, boşluğun başrolüne soyundu.

Önceleri rivayet ederlerdi de inanmazdım (Anılmak iyimserlik ve ümit batağına çeker.). Bir alıcın, adaptan edepten mahrum bir iğdenin durgun göle üflediği lafu güzaf deyu parlardım kimse geçmez yanından kibrimle. Rivayet bir iken üç oldu, üç iken bin oldu. Karanlık çökmeye başlamıştı şişeme, lakin telli kurşun cıvıltısı, kör baykuşun köhnedeki uğursuz neşesi hala biliniyordu kuytularda. Olsa olsa diyordum, bir serkeşlik, bir kamu yanılgısı, ucu göğü delen dağa çıkmanın nursuz helecanı, yıldızlara bakmanın körlüğüdür, diyordum Yağmur yağıyorsa ve göl kurumuyorsa ölmekle olmamak hatırlanmaya engel değildir diyordum. Yazılmışsa kaderimiz harf harf nohudi kağıtlara, meddahın ölümü kahveciye zarar, diyordum. Nakş-ı ser ab olan korksun kaderinden. Benim kele, köre, topala ne mihnetim var diyordum. Huruf-u hakikatim ben diyordum . Diyordum demesine de, içimde kasvetler bulut bulut, şişemde karanlık katmer katmer, korkular kederler denizinde bir o yana bir bu yana dönüyordum alemi elemde.

Efsunlu bir nefes beklerim üflesin karanlığı üzerimden, gözlerim suya baksın kötülükler kurmaktan cıvıl cıvıl. Bir çocuk gelsin gölün kenarına yüzme bilmese de. Elini çamura daldırsa, derinlerde de olsam.

Bir olmayacak hayal kuruyorum. Çıkıyorum şişemden köpük köpük, dudağımın biri yerde biri gökte, yoldan çıkacağını bildiğim efendime dileklerini sorsam. Yeniden namım dilden dile dolaşsa. İhtiyarlar “en son üç bin yıl önce çıkmıştı şişesinden, kötülük yine yamacımıza çadır kurdu”, dese.

Ah bir bilseniz ne yalnız, ne ümitsizim olmamışlığın bu kuytusunda. Düşünün ki, bir cinim ben ve küçücük bir şişedeyim. Klostrofobim yok ama imgeleminizi yahut tahayyül sınırlarınızı zorlayın bir: Küçük ve karanlığın altında bir şişede mahkûm ve nisyana terkedilmiş bir cin, içinde hür iradelerinizin bile kötülük potansiyelini aşacak kötülükler kumkuması garip yüreğim. Asırların, binyılların tahayyülatıyla bezenmiş, incelmiş, yücelmiş bir kötülük abidesiyim. Ah bilseniz bu gölün karanlık derinliklerinde nisyana terk edilişin acısını. Ah bilseniz içimde kuruyup kaybolan kötülükleri. Ah bilseniz, bilseniz nasıl da tarifi gayri kabil kederler içinde olduğumu…

No comments: