Tuesday, November 20, 2007

Doktorla Konuşmalar-Mandalinalar

Buyurun başlayın. Evet çocukluğunuz.

Çocukluğum aslında büyümüş benin ümitsiz bir yeniden inşasıdır. Nasıl yaşandığını ne siz anlayabilirsiniz ne de ben hakkıyla anlatabilirim doktor. Ama size mandalinaları anlatarak başlayabilirim yine de. Kediler ve üzgün kaysı ağaçlarından önce mandalinaları anlatmalıyım.

Demiryolunun hemen kenarında, artık varlığından huzursuz olmadığımız trenlerin gürültüsü ile büyüdüm. Tren sesi yırtıcı bir gürültü olmasına rağmen ve her geçtiğinde evin duvarları titremesine rağmen alıştığım bir şeydi. Gündüz posta trenlerindeki insanlara el sallardım. Onlar yolcu ya, el sallardım herhangi bir tanıdıkları olmama rağmen. Posta trenlerine hiç taş atmadım doktor, yemin edebilirim. Ama yük trenleri için aynı kesinlikte konuşabileceğimi sanmıyorum. Trenler gelir geçerdi doğudan batıya, batıdan doğuya. Ve hep orada olmanın sıkıcı olduğunu ve başka yerler olduğunu ancak okula gittikten ve kitapları ve haritaları tanıdıktan sonra fark ettim veya kandırıldım. (Kısaca üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili, 1071’de Malazgirt savaşıyla kapıları açılmış Anadolu adındaki şirin bir coğrafyada yaşıyordum. İnsanları misafirperverdi.) Demiryoluna ilişkin bilgilerim tabi bu bilgileri bilmezden öncedir. Ne insanların uzaklara gitmesine şaşırırdım ne de demir raylarla örülü bir ülkede yaşadığımın bilincindeydim. İnsanların gitmeleri için bir sebepleri olması gerektiği muhtemelen büyüdükten sonra edinilmiş bir bilgi olmalı.

Mandalinalar benim dış dünya üzerine düşünmeme sebep olan garip meyvelerdir. Mandalinaların varlığını bilmezden önce kesinlikle yaşadığım demiryolu çevresi dışında bir dünyanın varlığı mevcut değildi. Mandalinalardan önce(bundan sonra M.Ö.) dış dünya, evin dışıydı, çevredeki bahçeler ve birkaç komşu eviydi. M.Ö. yeryüzünde elma armut üzüm ve kaysı gibi doğu Anadolu meyveleri dışında meyveler yoktu. Hepsi mandalinayla başladı. M.Ö. hayret duygusunun keskinleşmesini gerektirecek olağanüstü bir hadise olmazdı veya ben öyle sanıyorum. Ne olduysa ne başladıysa M.S(Mandalinalardan Sonra) başladı. Bu durumun iyi mi kötü mü olduğuna henüz bir karar vermiş değilim. Ama şu an bildiğim her şeyin başlangıcı mandalinalarla olmuştur. İlk okulun birinci sınıfına daha başlamadığım ki başladıktan sonra üç yıl ilk sınıfı okudum, bir zamandan bahsediyorum doktor.

Tam olarak ne zamandı, ilk olarak ne zaman mandalinaları gördüm hatırlamıyorum lakin çok iyi bildiğim bir görüntü var kafamda: Sonbaharın o tatlı üşütücülüğünde, öğleden sonraları Cuma günleri demiryolu kenarında mandalina bekleyen ben. Cuma günleri dedem ilçe merkezine namaza giderdi ve dönüşünde muhakkak mandalina getirirdi. Ben Pavlov şarlanmışlığıyla (Farkında mısın doktor ne kadar çok şey öğrenmişim!) Cuma günleri demiryolunda dedemin yolunu gözlerdim. Uzaktan göründüğünde sonbaharın etkisiyle akan burnumu çeke çeke dedeme doğru koşardım. Ve elindeki poşeti alırdım. Hemen poşete elimi daldırdığımı düşünüyorsan yanılıyorsun doktor. Mandalina ihmale gelmez özenli ve törensel bir vaka idi o zamanlar. Sadece poşeti taşırdım. Dedemle birlikte eve girdiğimizde poşet babaanneme geçerdi. Babaannem bir tabağın içine iki tane mandalinayı koyar ve bana verirdi. İşte önemli ayrıntılardan biri burada başlar benim tarihimde. M.S. aslında mandalina yapraklarıyla başlar. Bazı mandalinalar özensizce dalından koparıldığından yapraklarıyla tabakta bana bakarlardı. Garip parlak koyu yeşil yapraklar. Dış dünyanın varlığı ilk bu yapraklarla var oldu doktor. Çıtırtılarla yanan odun sobasının yanı başında ki muhakkak evin arsız kedisi orda kıvrılmış olurdu, mandalinaları özenle soymaya başlardım. Ah o yumuşak kabuklarını soyarken kapıldığım derin huzur duygusu! Ne de çabucak soyulurlardı bilemezsin doktor. Portakallara olan düşmanlığım bu yüzdendir. Tırnaklarım acırdı portakallarda. Ama mandalinalar öyle mi? Tırnaklarını saplarsın ve hemen sakladıklarını önüne bırakırlar. Kabuklar soyulduktan sonra öyle ağza tıkılmaz mandalinalar. Hassas bir işlem daha vardır. Her dilimin üzerindeki lifler teker teker özenle alınırlar. Yumuşacık dilimler tabağın içinde yığıldıkça biraz sonra hepsini bitireceğimi bilerek sabırsızlanırdım. Sonra dilimler ağza atılır yavaş yavaş. Acele yok. Her dilimini damağımla ezerek patlatırdım, ağzımın içinde o çılgın ve yabancı ve muhteşem tat! Doktor hiçbir şeye benzemezdi mandalinalar! Ne elma ne kaysı ne vişne. Çünkü onlar mandalinadır doktor! Sobanın yanında yüzümün bir tarafı kızarmış olarak kalkardım mandalina sofrasından. (Daha fazlasını istemek mi? O zamanlar öyle bir şey yoktu.) Dışarı fırlar kim bilir ne tür yaramazlıklar yapardım ama arada bir parmaklarımı koklardım, o müthiş ve keskin mandalina kokusu! Zaman geçtikçe burnum alışırdı ve etkisi azalırdı. Uzun bir süre koklamamışsam aniden hatırlar ve tekrar koklardım. Ah yine o müthiş koku. Akşam yatana kadar sürerdi bu doktor. Yatağa girdiğimde o mandalina günlerinde, parmaklarım burnumun ucunda uyurdum, doktor. Mandalina kokulu bir uykum olurdu ve dünyanın gerisi daha yoktu o zamanlar, hepsinin olması M.S.’dır.

No comments: