Saturday, December 29, 2007

Rüyalar Ve Fil Olmak ve Kahveli Bir Ruya(ü ile değil)

Benim bir rüyam var doktor. (Kavis değil rüya!) Açıkçası gördüm mü bu rüyayı yoksa görmeyi mi istiyorum ondan emin değilim. Gördüysem valla güzel rüyaymış ama görmediysem de harika bir fikir. Yani önemi yok görülmüş olup olmamasının, önemli olan benim bir rüyayla ilgili kelimelere bile sığdıramayacağım kadar güzel bir rüya fikrimin olması. (Ama galiba gördüm ben bu rüyayı, hatta ara sıra görüyorum!) Rüyalar ilginç şeyler doktor. Ama muhtemelen bilirsin, anlatmak her zaman problemli bir iştir. Mesela güzel bir rüya gördüm ben, sonra sabah içimde derin bir mutluluk duygusuyla rüyanın ruh halinde hafifleten bir yaşama duygusu sarar beni. Sonra tutar birine anlatmaya çalışırım. Anlatmaya, kelimeye dökmeye çalıştığım ilk anda bir saçmalık duygusu sarar beni ve kurduğum her cümleyle rüyanın büyüsünü kaybederim. Ve anlatmanın sonucu: “hiç de ilginç bir şey değilmiş” fikri.
Esasında rüya kelimelerle ilgili değildir. Rüya bir haldir, kavramlar ve kelimelerle hiç ilgili değildir. Tıpkı “fil olmak” gibi bişey. Mesela şimdi ben fil olsam, benim için fil olmanın ilginç bir yanı olmaz. Alt tarafı filimdir ve daha fazla bişey değilimdir. Filsem fil olmam bana ilginç gelmeyeceği için anlatılacak ilginç bişey de yoktur. Ve ben hiçbir filin “ben filim, ne ilginç” diye kasılarak dolaştığını görmedim. Demek istediğim şu: Rüyada fil olduğumu görmüşsem de aynı durum mevzubahis. Çünkü rüyadayken fizik kuralları işlemediğinden (en azından çoğu zaman) fil olduğumu görmüşsem bir fil olmanın huzurunu yaşamışımdır demektir. Sabah kalktığımda fil olmadığım için ve insan olduğum için, kendimi fil olarak görmenin ilginçliği vardır. İnsan olduğum için de kendimi fil olarak görmek doğal olarak bana ilginç gelecektir. Fekat kendim rüyamda filken bir fil olmanın sıradanlığını yaşadığımdan, hissettiklerim bir filin duygularıdır ve uyandığımda bir insan olarak bunları anlatmak rüyanın veya fil olmanın büyüsünü bozar, tahrip eder. Kelimelere dökülmemiş bir filsilik, filsilik olarak kalır. Sabahları hissettiğim huzur ve hafiflik aslında fil olmanın huzurunun devam ettiğini de gösteriyor. Tabi bu ilginç bir durum ortaya çıkarıyor. Rüyanın bu karmaşıklığı Borges’i hatırlatıyor mu size bilmem ama bana adam haklı gibi geliyor. Şimdi rüyada fil olmak durumunda hissettiklerim bir filin hissettikleriyse (ki kesinlikle öyle, yoksa kelimelerle anlatabilirdim. Anlatamıyorsam aslında benim bir fil olma durumum travmatik bir boyut kazanıyor.) şimdi kendimi insan olarak görmek bir filin rüyası olabilir mi? Şunu demek istiyorum doktor: Ben kendini rüyada insan olarak gören bir fil olabilir miyim acaba? Yani nasıl rüyada fil olmaktan rahatsız olmuyorsam ve bir fil nasıl hissediyorsa öyle hissediyorsam, şimdi de bir filin rüyada kendisini insan olarak görmesi yanılsaması olamaz mıyım? Fil olmak mesele değil de bu durumda filin kendisi de bir rüyada kendisini fil olarak gören başka bir şey (Misal:bir ceviz ağacı)olabilir. Sonsuz bir rüyalar zincirinin bir halkası olmak gibi garip bir şey olabilir mi hayat denen şey? Mesela sen kendini doktor olarak gören bir dinozor olabilirsin. Hayır metafor olarak değil gerçek anlamda kullanıyorum dinozoru. Çünkü dinozorların kökünün kuruduğu şu an görülen bir rüyanın realiteleri arasında yer alabilir ve hatta bu durum kendisini böyle modern bir çağda gören kaygılı ve pimpirik bir dinozorun rüyası olmakla hayli gerçekçi bir paralellik arzediyor olabilir.
Mesela ben geçenlerde bir rüya gördüm. Ben, aslında rüyada ben olmuyorum, olduğum kişi olmaktan bir şüphe duymuyorum ve uyanınca ben olduğumu fark ediyorum. Dolayısıyla ancak uyanınca başka birisi olma durumu yaşadığımı idrak ediyorum. (Aslında fil örneğini düşününce uyanmak denen şey aslında başka bir rüya durumu oluyor. Çünkü nasıl rüyada başkası olmanın bütün ayrıntılarını hissediyorsam uyandığımda da bambaşka biri olduğumun ayrıntılarıyla yaşadığımdan bir rüyadan başka bir rüyaya geçmiş olabilirim teorik olarak.) Neyse ben rüyamda tren istasyonu sahibi bir adamım. Tamam, Devlet Demiryolları henüz özelleşmedi ve tren istasyonu sahibi olmak su istasyonu sahibi olmak kadar somut bişey değil. Rüyanın tek ilginç tarafı da tren istasyonu sahibi olan bir adam olmam. Gerisi bir tren istasyonu sahibinin gündelik sorunları. İstasyonda üç tane tren katarım var. Ve bazen trenler geçiyor istasyondan. O kadar. (Doktorun önemine binaen acil tarafından yaptığı yorum: Demiryolu kenarında geçen çocukluğundan mütevellit bir trenlere hükmetme duygusu var sende. Mamafih rüyanda tren istasyonu sahibi olarak, sürekli giden tren fikrine bir son vermek istiyorsun. Aslında trenlerin gidişini durdurmak istiyorsun ve bunu da beynin sana seni tren istasyonu olarak gösterip rahatlamanı sağlıyor.) Kendini gösterebilme fırsatını bulmuş olmana sevindim doktor.
Benim başta bahsettiğim rüyaya veya rüya fikrine dönersem, bu rüya kahveyle ilgili. Kahve bence mübarek bir içecektir. Nasıl yanisi yok bunun. Bir şey mübarekse mübarektir ve nasıl olduğunun açıklanmasına gerek yoktur. Zaten açıklama yapamayacak kadar bu düşünceyi taşıyorsam kahve kesinlikle mübarektir. Kendiliğinden bir mübareklik açıkçası, benim yüklediğim bir durum olsa muhakkak bir izahını yapardım gibi geliyor. Neyse rüyaya döneyim. Rüyamda veya görmek istediğim rüyada Karadeniz sahilindeyim. Daha doğrusu Karadeniz sahilinde bisikletle günlerce yol alıyorum. Bisikletle günlerce yol almak gerçekten yaşadığım bişey olduğundan bu rüyanın konumunu tam olarak tespit edemiyorum galiba. Ama rüyamda da günlerce yol alıyorum. Denizin, yeşil, bulanık yeşil, koyu yeşil, mavi, açık mavi, koyu mavi ve lacivertleşen bütün renkleriyle birlikte yeşil ağaçların da sarıya ve kızıla kadar olan bütün tonlarına şahit olmuşum rüyamda. (Yani gerçekte de bunu yaşadım 2000 senesinin Eylül sonuydu.) Sonra akşam karanlığında denizin kenarında yeşil çimenler üzerinde çadır kurmuşum. Ve sırtımı karaya dönüp denize karşı yaktığım ateşin başında kararmış bakır cezvemde kahve yapıyorum. (Ki bunu da çok iyi hatırlıyorum, Abana’dan sonra Çatalzeytin çıkışıydı.) Kahveyi yapıyorum ama devamı bildiğin gibi değil doktor. Kahvenin köpüğü kabarmaya başladığında içimde derin bir huzur duygusuyla karanlığa gömülen denizdeki bir kayığın siluetine bakıyorum, bir balıkçı ağları çekiyor ya da bırakıyor. Sonra kahvenin köpüğü cezveden taşıyor. Taşıp da ateşi söndürmüyor. Taşıp hafif meyilden denize doğru akmaya başlıyor. Köpük durmuyor doktor! Cezve köpürdükçe köpürüyor ve köpükler denize akıyor ve deniz kahve oluyor. Sonra geçiyorum denizin yanı başına, elimde fincan, daldırıp daldırıp içiyorum sabaha kadar. Su içer gibi değil, kahve içmenin sakinliğiyle içiyorum. Bir fincan alıyorum, yavaş yavaş içiyorum, bitince tekrar fincanı daldırıyorum kahve denizine. Sabaha kadar sürüyor bu. Rüya bu. En azından kelimelerle anlatılabilecek kadarı bu. Zira kahve içerken hissettiklerim veya o an o rüyadaki kişi kendi gerçekliğini yaşıyor bence. Hala yaşadığına eminim çünkü ben bunu bir defa görmedim. Arada bir görüyorum. İşte burada kafam karışıyor. Fil örneğine dönersem şayet, ben mi bu rüyayı görüyorum yoksa kahve denizinin kenarında kahve içen kişi mi rüyasında beni görüyor emin değilim.
Bunun bir rüya değil de fikir olma ihtimali ise, gerçekte o bisiklet yolculuğunda Çatalzeytin çıkışındaki sahilde aynı şekilde kahve yaptığımda kurduğum bir hayal olabilir. Yani fikirse ben oradayken şöyle bir hayal kurmuş olmalıyım: Kahve köpürdüğünde “şimdi bu kahve denize karışsa bütün deniz kahve olsa ne hoş olur” diye düşünmüş olabilirim. Fekat doktor bundan da emin değilim. Sadece bir fikir olsa bilirim. Dedim ya zaman zaman görüyorum veya gördüğümü sanıyorum, o mübarek kahveden yudum yudum içiyorum. … Nasıl? … Evet evet ilginç bir rüya.

No comments: