Tuesday, July 31, 2007

Fas



Kazablanka

Tunus’ta son birkaç gün acaip bir bedbinlikle geçmişti. Kendimi halsiz perişan buluyor ve ilgiyle izliyordum. Sebebinin ne olduğuna dair bazı fikirlerim olsa da açıktan söylemekten çekiniyordum. Tabi şimdiki farkındalığım olmadığından çok içte bir yerlerde kendimi izlemekteydim. Kendime karışmamanın zaman zaman işe yaradığını gördüğümden, kendime bişey demeden güneşin kayboluşunu ve kilometrelerin akışını izliyordum. Tunus başkentte geçirdiğim son günün akşam saatlerinden birinin bir kısmını Süleymaniye medresesinde bir defile izlemekle geçti. “Modern ve gelenekseli kucaklayan” bu defile bir süre sonra kusuntu hissi uyandırmaya başlayınca müdire hanıma nezaketen veda edip Fas için hazırlanmaya gittim. (Yorgun ruhum ve dağınık çantamdan başka ne varsa artık!)
Çok benzer bir ruh haliyle Kazablanka’ya indim. Önce Cafe France’da bir kahve içip insanları izledim.(Özel bir anlamı yok, sadece insanları izlemek, şehrin sakinlerine alışmak. Bu arada hemen her yerde “Cafe France’lardan var.) Sonra bedbin (kötümser mi demeliyim acep? Devrime saygı) halimden çıkmadan Medinel Kadima’da kalabileceğim bir otel aradım. Victoria oteli. Tamam.
Sırtımda çanta olmadan (11.3 kg) yürümek iyi geldi. Cafe France’tan daha cafcaflı bir Cafeye oturdum. Kahvemi ve paketimdeki son Tekel 2000 sigaramı içerken garsondan en iyi yerli sigarayı öğrendim. Marquise (Markiz okunuyor!). Sonra hiç gereği yokken tuvalete gitmek istedim. Hala Tunus ruhdurumundayım malum. Tuvaletin kapısını açtığımda tarihe “Fas Aydınlanması” olarak geçecek muhteşem dönüşümü yaşadım. İlk iki saniye bembeyaz alaturka tuvaletin taşlarını algılamakla geçti. Yanılmadığımı anladığım anda yaşadığım net duyguların bir kısmı: Tunus’ta değilim. Artık alafranga tuvaletlerin tepesine tünemeyeceğim. Yeni bir ülkedeyim. Yeni bir şehirdeyim. Buranın tuvaletleri alaturka. Başka insanlar arasındayım. Ben burayı çok sevdim. Burayı mı tuvaleti mi? Bilmiyorum. Sevinçliyim. Sevindim. Ama efendim… Bırak Olric, vesvese verme.
İnsan bir şehri tuvaletlerinden başlayarak severse sağlam bir ilişkinin başlangıcından bahsedilebilir. “Ben Kazablanka’yı sırf tuvaletlerinden dolayı sevdim.” Nasıl? İyi efendim. Sana sormadım. Tamam efendim.
Markiz sigarasından yaktığımda rahatsız edici bir tat duymamak beni memnun etti. Sonraki günlerde de memnuniyetim devam etti. Sokaklara çıktım. Her şey bir başka görünmeye başlayınca gereksiz anlamlar ve işaretler bulma hastalığım da nüksetti. Normalleşmek için bir cami buldum. Camiden daha sakinleşmiş olarak çıktım.
Eski şehrin duvarlarını sağ yanıma alarak Atlantik okyanusuna doğru yola çıktım. Hedefim 2. Hasan Camii. Oldukça dağınık ama insan sıcağı olan mahallelerden geçiyorum. Biraz dinlenmek için bir pastaneye girince yoğurdun varlığını keşfediyorum. Ben burayı gerçekten seviyorum. Tunus’ta yoğurt bulamamaya alışmıştım. Ama neden her şeyi bu kadar çok karıştırıp karşılaştırıyorsunuz efendim? Buralara yoğurt var mı diye bakmaya mı geldiniz? Bişey mi arıyordunuz? Hayır konuşacağım! Ne arıyorsunuz? Yardımcı olayım! Biraz süslü duvar, büyük bir cami, bir tutam Atlantik, üç-beş sinagog; bu Kazablanka menümüz. Marrakeş’te biraz baharatlı ortaçağ eğlenceleri, kırmızıdan başka bir rengin olmadığı sokaklar, Türk tadında döner ve üç-beş yabancı. Yerle gök arasındayız. Zamanlardan modern zamanlar. Düğünler ve cenazeler hep aynı anda oluyor. Ne arıyorsunuz efendim? Huzur. Bizde kalmadı ama epey deri terlik, iki kırmızı Berberi halısı ve üç maymun kaldı elimizde. Terlikleri giyip kırmızı halı üzerinde yürürken maymunlar sizi eğlendirecek efendim. Kim nerden bilsin ki Süleyman’ın sefirisiniz. Maymunlar kamuflaj için. Görevinizden kimsenin haberi olmayacak. İşte geldik efendim. Aydınlatmayan deniz feneri. Sus Olric acı acı konuşma. Senin için kararmış. Fenere laf atma. Kimin neyi nasıl aydınlattığını nerden bileceksin. Bir kere sen pozitivistsin. Gördüğünden başkasına inanmazsın sen. Ben sizin inkârcı vicdanınızım efendim. Faydamı inkâr edemezsiniz. Bütün korkutucu fikirlerinize sevgi gösteren tek kişiyim ben.
Sisler içinde bir deniz feneri. Terk edilmiş. Hayır, terk edilmemiş. Etrafını Bidonville kuşatmış. İşimize bakalım. http://picasaweb.google.com.tr/ismailaydin/DenizFeneri

FAS-2

Beyaz Belde’den sonra önce güneye yönelmeye karar verdim. İlk durak Azamur. Önce şehir duvarlarının etrafını dolaşıyorum sonra o muhteşem karmakarışık sokaklarda kendimi kaybetmeye bırakıyorum. Abid Si Mohammed’le tanışıyorum. Kazablanka’da Suudi konsolosluğunda güvenlik görevlisi. Benim olmayan Arapçam onun olmayan İngilizcesiyle yarım saat kadar muhabbet ediyoruz. Ayrılırken bana telefon numarasını veriyor ihtiyaç duyarım diye. Yanında bir de hediye veriyor: Bir fotoğraf: Kendi bahçesinde, bir banyo küvetinde keyif yapan ördeklerinin bir resmi. Küvet toprağa gömülmüş ve ortalıkta bir anaç ördek beş-altı yavrusuyla ve ailenin diğer üyeleri; aralarında bir de kaz var. Kim bilir nereye dökülecek bir şefkat ve muhabbet dalgası bana böyle uğruyor. Şimdi düşündüğümde, neden hiç hayret etmeden ve hiçbir riyakârlık duygusuna kapılmadan hediyesini ve kopuk kelimelerini gayet normal bir tavırla karşıladığıma şaşıyorum. Tanımadığınız, dilini anlamadığınız bir insanın verdiği hediye bahçesindeki ördeklerin resmiyse ve siz yolcuysanız ve şaşırmıyor ama “normal(neyse normal artık)” hayatınıza döndüğünüzde şaşırıyorsanız keramet sizde değil yolda ve yolculuktadır. Yola ve yolcuya hürmeti ve muhabbeti asla esirgeme!

16. yüzyılın başından 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar Atlantik sahilinde Azamur’dan başlayıp, El Cedida ve Es Savira’ya kadar olan bölge Portekiz egemenliğinde kalmıştır. Muhtemelen Ümit Burnu’na kadar olan bölgenin kontrol altında tutulması ile ilgili olmalı. El Cedida çok renkli ve canlı bir şehir. Beyaz renk devam ediyor. Yeni şehir alabildiğine Fransızken eski şehir alabildiğine Faslı. Tunustan sonra yemek yemenin keyfini çıkarıyorum. Bir lokantaya oturup “kofte” ısmarlıyorum. Karşıdaki kasaptan et alınıyor ve öyle hazırlanıyor. Ardından nane çayı. (Abi Allah rızası için şekeri yanında getir diye inliyorum ama bir avuç şeker bardağın içinde dalga dalga! Bunu söylemeyi başardığım yer Tanca ve ondan sonra da önce Kazablankaya sonra memlekete dönüyorum.) Şekerin yoğunluğundan azar azar içip üstüne su ekletiyorum. Cedida da Portekiz sarnıcı görülecek yerler arasında sayılıyor ama beni cezbeden Camii Kebirin arka cephesindeki girişin revakları oldu.

Es Savira Afrikanın sörf merkezi olarak biliniyor. Yaz ortasında geceleyin üşümek mümkün, okyanustan gelen rüzgâr yüzünden. Es Savira’da inatla okyanus kenarında çadırda kalıp sabah yüzmek istiyorum. Kamp yeri aramalarım boşa çıkıyor. En son sorduğum Emin isimli delikanlı beni ısrarla kendi evinde kalmaya davet ediyor. Biraz İngilizcesi var. Olmazlanmak istiyorum ama nafile. Türkiyeden geldiğimi kardeş olduğumu söylüyor ve “onun evinde kalmak zorundaymışım”. Ailen diyorum, öğrenciymiş. Aslen Marrakeşliymiş. Evinde hemen nane çayı yapıyor. Çay içiyoruz ben de şartlarımı söylüyorum. O gece uzun bir muhabbetten sonra uyuyoruz. Sabah Medinal Kadima’da (eski şehir) attarlar çarşısında kahvaltıya gidiyoruz. Börek, peynir, kaymak, bal ve zeytin alıyoruz farklı, rengarenk ve envai çeşit kokusu olan dükkanlardan. Atarlar çarşısındaki kahvehanede “lipton çayı” varmış. (Nane çayı ile kahvaltı, fikir olarak bile güzelim menünün yanında ürkütücü geliyor.) Adından kahveler. Türk kahvesi yok ama espresso ile yetiniyorum. Sefil öğrenciler hesabı ödemek için çırpınıyorlar ama şartnameye uymaları gerektiğini ve bu borcu ilerde öğrencilere ödemeleri gerektiğini hatırlatıyorum. Şehirde dolanıyoruz. Sahildeki Portekiz kalesinde 1700’lerden kalma toplar ve martılar arasında Atlantik’i izliyoruz. Es Savira aynı zamanda balıkçılık merkezi. Öğle yemeğinde çipuraya benzeyen bir balık çeşidinde karar kılıyoruz.

Es Savira’dan sonra doğuya, Marrakeş’e doğru yön değiştiriyorum.


HURDA TEFFERRUAT
1. Fas’a “Fas” diyen tek ülke Türkiye. Fas’ın Fas’taki ismi “El-Mağrib”. Batı dillerinde “Morocco” deniyor.
2. Kazablanka iki milyondan fazla insanı barındıran Fas’ın en büyük şehri ve ekonominin merkezi. 1900’lerin başında Fransızlar tarafından liman şehri olarak seçilince küçük bir şehirden metropole dönüşmüş. “Casa blanca” beyaz ev anlamında, İspanyolcadan. Faslılar “Dar-ul Beyza” diyorlar ki aynı anlamda. Kimin kimden aldığı bana malum olmadı ve önemi de yok.
3. “Bidonville” Türkçede gecekonduşehir kelimesi ile karşılanması makul olan bir sosyal bir hadise. Evler nebulunmuşsa ile yapılan cinsten. İstinasız hepsinin tepesinde uydu anteni var.

1 comment:

Talha Durmuş said...
This comment has been removed by the author.